Bu sene bir transfer sarhoşluğu aldı yürüdü ki delirmemek elde değil. Yok efendim Q7 – Guti bombası, Robinho, Altidore, İbrahimoviç söylentileri, 103 liradan kapış kapış giden 17.000 forma, normalin yarısı sürede satılan kapalı tribün kombinesi. Bu muydu arkadaş derdiniz? Takım sahaya çıkarken görmemiş gibi iki yıldızı tribüne çağırmak mı?
Geçen hafta Forza’da yazdım. “Tribüne önce Necip çağırılsın” diye, destekleyen kadar geri kafalısın diyenler de oldu. Hayır efendim, geri kafalılık değil bu. Şu meşhur “Beşiktaş sen babamdan kalan miras değil, çocuğuma olan borcumsun” pankartının Türkçe’si!
Örneğin;
Geçenlerde Galatasaraylı bir arkadaşım, “Oğlum bir bilet bul da sizin tribüne gene gidelim” demişti. –yıllar önce kapalı göbekte izlediği maçın tadı var halen damağında.
– Çok zor abi dedim. “Millet birbirini kesiyor bilet için!”
O da bana dönüp, “Sen yıllar önce bu tribün için ne güzel bak bomboş, biz bizeyiz demiştin, hatırlıyor musun, ne hale geldiniz?” dedi. Elbette hatırlamıyorum. Aslında böyle bir laf söylediğimden bile emin değilim, hiç tarzım değil. Ama bu sene tribüne, muhabbetlere bakınca, o cümlenin taşıdığı anlamı idrak ettim.
Biz ne yöne gideceğimizi bilemiyoruz.Neyin içini doldurmak istediğimizden de emin değiliz.
Halkın takımı mı olacağız? Halka arz mı edileceğiz?
Kimimizi romantik bir sevdaya tatminken, kiminin gözünü o vahşi “her yol mübahçılık” bürüdü. Bu Fatih Terimsel yaklaşımlar bir yana, her fırsatta Aziz Yıldırım Fenerbahçe’si ile aramızdaki fark diye göstediğimiz ve arınmakla övündüğümüz “Şampiyonlukta iktidar, yönetimde güç, medyada hakimiyet ve hep daha fazlası” söylemleri, iki pahalı transfer ile ehlileşti. İnanın yarın stadın adı Medical Park olsa, en fazla üç gün kıyamet kopar. Mabedimiz Şeref Bey, Tribünümüz Mehmet Işıklar diye slogan atanlar, Q7 ve Guti’nin diyeti ödensin diye eyvallah der geçer.
Şu Çarşı herkese karşı” maskesinin altına öyle lümpen bir kültür yerleşti ki, öyle ince işlendi ki; içinde abicilik, çetecilik, karaborsa kafaları falan var. “Az zamanda çok ve büyük vurgunlar yaptık” diyebilmek, tribünün ekmeğini yiyebilmek adına, gündüz birlikte çay içtiği, beste yaptığı adamı iki dakika içinde harcayacak insalar doğdu elimize. Bu arkadaşların elinde yükselen Beşiktaş da Medical Parklara layık zaten.
Hiç unutmuyorum;
2003 yılında, Irak işgali öncesi, Abbasağa’daki eski dernekte, tribünde savaş karşıtı neler yapılabilir diye Ayhan Abi ile konuşurken bana aynen şöyle demişti: “Bu bir başlangıç olsun, çocukları da yönlendirelim, bu gidişat hiç iyi değil. Şampiyonluk falan da umrumda değil, 100.yıl da. 100 yıl daha şampiyon olmasak da olur ama bu tribünün gidişatı kötü, önce onu halletmemiz lazım…”
Edemedik yada edemediler. Elendik birer birer. İşte bu yüzden bizim Q7’lere ve ona tapanlar değil, Necip’lere ve onlara sahip çıkanlara ihtiyacımız var. Elbette herkesi bağrımıza basacağız. Ama çocuklarımıza “Şeref’inizle Oynayın, Hakkı’nızla kazanın” cümlesini anlatabilmek istiyorsak;
Metin, Ali, Feyyaz, Recep, Kadir, Ulvi, Rıza, Seba, Şeref Bey, Hakkı Yeten gibi Beşiktaşlı isimlerin ne ifade ettiğini de unutmamalıyız.
Bunun için artık netleşelim.
Halkın Takımı mı?
Halka Arz mı?
Bir yanıt yazın