Öğretmenlerden yana şansım hep iyi olmuştur.
Bir çoğu da hayatımda güzel izler bıraktı. Ancak bir kaçı var ki, örneğin ilkokul öğretmenim gibi, kim olmak istediğimi daha en erken yaşlarda bana farkettirebilecek kadar erdem sahibiydi.
Bugün attığım her adımda, aldığım her sonuçta onu anıyor ve minnet duyuyorum. Sanırım bir öğretmen için bundan daha kıymetli bir şey olamaz. O yüzden biraz kendisinden bahsetmek istedim. 4-5 senedir farklı üniversitelerde çeşitli dersler veren ve “hocam” diye hitap edilen biri olarak şimdi O’nu daha iyi anlıyorum.
Peki nedir bu anlatmak istediğim?
Aslında, hep olması gerektiği gibi, kendimizi doğru bir şekilde ifade edebilme ve iletişim becerilerimizi geliştirme, eleştirel düşünce ve özgün bakış açısı geliştirebilme, yapıcı tartışmalarda ve yaratıcılık alanlarında cesaretlendirme, kısacası bir çocuğun özgür ve ilerici olarak yetişmesi adına ona verilmesi gereken her neyse, onu veren bir öğretmenimiz vardı.
Çocukların hipodrom koşuları misali aldığı en yüksek derece, girdiği sınavda elde ettikleri sıralamalara göre değerlendirildiği yıllarda hele…
Türkçe derslerinde edebiyat dergileri okumak.
Şiir yazmayı öğrenmek..
İmza günlerinde şairlerle, yazarlarla tanışmak, sohbet edebilmek, okumalar yapmak..
“Okuduğumuzu anladık mı?” soruları cevaplamak yerine okuduklarımızın ne için, hangi dönemde ve neden yazıldığını sorgulamak…
Beden Eğitimi dersinde “Judo” öğrenmek.
Bu kadar çok sınava gerek yok, gelin ben size saz çalayım, gitar çalayım, siz “Türkü” söyleyin sözünü duymak…
Fastfood satıldığı için kantinden alışveriş yapamamak, yıllar sonra yiyemediğin patetes kızartması için O’na kızdığını hatırlayıp minnetle gülebilmek..
Herkesin peşi sıra oturduğu sınıflarda, garip bir düzen içinde “U” şeklinde dizilmiş sıralarda oturmak,
böylece sembolik de olsa hiyerarşiyi yıkmak, eşitliği ve adaleti fiziken de öğrencilerine yansıtmak.
Windows 3.1 ile dönemin en ileri teknolojisini sorgulayarak şiir dergisi çıkarmak…
Bisikletle okula gelip giden bir öğretmen profiline hayran kalmak.
Bir kitabın nasıl tutulacağını, sayfalarının nasıl çevrileceğini, bir sonraki sayfaya geçerken okumanın bölünmemesi için parmağın hangi sayfa arasında nasıl durması gerekiği ve daha bunun gibi yüzlerce, binlerce detayda gizli kültürel aktarımların genlerimize işlenmesi…
Şu anda hepinizin severek izlediği, İhsan Varol’un sunmakta olduğu “Kelime Oyunu” yarışmasının aynısını 40 kişilik bir sınıfta, ayrı bir ders niteliğinde oynayarak imla kılavuzunu ve TDK ‘yı ezbere bilir hale gelmek…
Mezun olurken, bütün sınıfın 5 sene boyunca yazdığı şiirlerden oluşan “Şiir Yıllığı” adında bir kitap yayınlanması, bu kitabın tüm gelirinin TEMA’ya bağışlanması ve Tüyap Kitap Fuarı’nda, dergilerde, radyo programlarında bu kitabın tanıtımının yine biz öğrencilerce yapılması…
ve daha neler neler. Ölü Ozanlar derneği gibi geçen 5 yıl..
En güzeli de bir çocuğun yarışla, sınavla, stretsle, kavgayla, hasetle değil, kültürle, edebiyatla, sporla, ahlakla ve paylaşımla büyümesi gerektiğini idrak edebilmek aslında.
O yüzden,
Bu 24 Kasım’da
sunarken minnetimi Ece Aykız ’a
teşekkür borçluyum aslında
büyüyecek kızım adına.
Bir yanıt yazın