Fast Food Kültürü, Türkiye’nin bir çok yenilikle tanıştığı 90’lı yılların başlarından itibaren ekonomideki değişim ile yaygınlaşmaya başlamış ve bugün tüketiciler açısından bakıldığında çok tercih edilen bir seçenek olarak kanıksanmıştır. Kısacası; çok uluslu şirketlerin dünya çapında söz sahibi olmaya başladığı yıllarda, dünyada ve Türkiye’de de sıkça görülmeye başlayan bu alışkanlığın vaadi; kısa bir zamanda ucuz bir yemeği, en hızlı biçimde sunmak, bu sayede zor halledilen ve zaman alan bir unsuru ortadan kaldırarak, yaşam biçiminin giderek “metrolaştığı” bu yeni düzende insanlara avantaj sağlamaktı.
90’lı yılları giderek moda haline dönüşen ve kaba tabiri ile köşe dönmece oynanan yıllarında, ekonomik sistem ile çok güzel bir uyum sağlan ve yurtdışından marka ismi ve hizmeti kiralama (franchaise) sistemi ile tanışan iş dünyası, bu yeni ve farklı hizmeti yaygınlaştırmakta pek de geç kalmadı.
Aslında hızlı tüketim, büyük şehirlerde Türk toplumunun pek de yabancı olduğu bir kavram değildi, hali hazırda bulunan bir çok büfe, seyyar arabalarda satılan yemekler, köşe başı açılan dönerciler derken su akar yolunu bulur misali gün geçtikçe yaygınlaşmaktaydı. Şüphesiz, bu durum yeni bir rekabet ortamı yarattı. Çünkü beklenmeyen olmuş, bir Türk lokantasının karşısına bir Amerikan hamburgercisi açılmış, tüketiciye alacalı bulacalı bambaşka bir alternatif sunulmuştu. Artık belirli standartlar dışına çıkmayan; hizmet, kalite, lezzet ve fiyat konusunda garanti veren, adına fast-foof denilen markalaşmış bir unsur vardı.
Doğal olarak, yılların yemek tüketim alışkanlığının bir anda değişmesini beklemek anlamsızdı, fakat bu ağır ve derinden başlayan süreç bir çok yeniliği tetikledi. Örneğin; klasik Türk mutfağı ile hizmet veren restoranlar özellikle gün içinde ve öğle saatlerinde daha az rağbet görür hale gelmişti. Öbür yandan bu yenilik genç nüfusun da ilgisini çekmiş ve yemek tüketiminde çok önemli bir yeri olan bu kitleyi cezp etmişti. Gün geçtikçe artan bu kapitalist yarışta ibreler yabancılardan yana olunca, pazarın hakimiyetini kaybetmemek için Türk firmaları da oyunu kurallarına göre oynamaya başladı.
Restoranların yavaş yavaş değişen çehresi, öncelikle Türk mutfağını fast food’a yaklaştırdı. Bir çok firma tıpkı yabancıların yapı gibi farklı ama aynı hizmeti veren Türk işi fast food dükkanlar açmaya başladı. Bu elbette ki bir çözümdü, ancak ön görülemeyen bir hadise ise bu kapitalist sistemin amacına ulaşmış olmasıydı. Artık pazar büyüyordu.
Rekabette farklılaşmanın ve “franchaising” ile baş etmenin yollarından birisi de şüphesiz Türk yemek kültürünü, hızlı tüketim ile tanıştırmak ve insanları alışmakta oldukları bu yeni tüketim sürecinde, geleneksel damak tadına çekmekti. Fakat bu da kendi kültürünü hızlı tüketim malzemesi haline getirmek olduğu için, temelde fast food kültürünün yaygınlaşmasına yaramıştır. Zaten, albenisi yüksek dükkanlarda bambaşka bir vaat ile satış yapan Amerikan rüyasına karşı Türk işi fast food ile çıkmak demek, küresel olduğu kadar yerel bazda da çalışan bu firmaların halk ile tamamen bütünleşmesini sağlayacak yeni bir rekabet yolu açmak demektir. (Örn; Mc Ramazan.)
Hızla ilerleyen fast food sektöründe, yerel değerleri önemseyen ve bu lezzeti de mönüsüne katan firmalar ile rekabet etme arayışı, şüphesiz ki pazarı daha da büyütmüş, zaten rekabet gücü çok uluslu firmalar ile yarışamayacak kadar ufak kalan Türk firmaları için genişleyen pazarda, gün geçtikçe artan tüketici sayısına, bir alternatif olarak kalmaktan başka bir yol bırakmamıştır. Öyle ki artık günümüzde, fast food kanıksanmaktan da öteye geçmiştir. Bunun en iyi örneği ise son açılan “Geleneksel Fast Food”. simit dünyası furyalarıdır. Eğer fast food geleneksel olabilmişse, ya da geleneksel lezzet fast food oldu diye kıvançla afişe edilebiliyorsa, bunun en belirgin nedeni, darbeyi göremeden atılan yanlış adımlar ve dolaylı olarak pazarın büyümesine çanak tutmaktır.
Bir yanıt yazın