Gerçek Yaşam Sevgisi

Ânı istiyorum ben. Ânı yaşamak istiyorum. Peki ya korktuğum başıma gelirse? Yaşamım bir zaman fonksiyonuyla ifade edilebiliyorsa, ve yaşadıklarım bu fonksiyonun altındaki alansa ve aynı bir noktanın altındaki alanın sıfıra yani bir hiçliğe eşit olduğu gibi, ânın altındaki alan da sıfırsa? O zaman ben nasıl yaşarım bu ânı? Belirli bir aralıkta integral almadıkça, yani ân değil de belirli bir zaman aralığına bakmadıkça yaşadıklarım ‘0’a eşit olacaksa, illa da biraz öncemi aklımda tutarak biraz sonramı hesaplıyacaksam, ne anlarım ben bu yaşamdan? O zaman sormaz mıyım ben “Hayata integral alabilmek için mi geldim ben?” diye?

‘Elime bir problem verildi ve ben bunu çözmek zorundayım’ duygusunu kim verdi bana? Kendi fonksiyonunun nereye gittiğine bakarak mı verdi yoksa amacı sadece bir sürü ‘problem’ yaratmak mıydı?

Niye fonksiyonumu renklendirdiğini düşündüğüm değişkenler aslında o fonksiyonun ya boyunu kısaltıyor ya da integral alsan bile sıfıra ulaşacak yerlere getiriyor? Yoksa ben mi bunu yapan değişkenleri renkli buluyorum ve aslında kendi fonksiyonumdan nefret ediyorum? Eğer ki kendi fonksiyonumdan nefret ediyorsam, onu aşağı çekmek benim isteğim oluyor ve dolayısıyla fonksiyonu aşağı çekmek yerine yukarı itmesi gerekmiyor mu kendi isteğim ‘doğrultusunda’ yaşadığım için. Yoksa sadece fonksiyonun bitmesini mi bekliyorum. Bunu beklemek yerine bu olayı direk gerçekleştirenlere neden ‘kayip’ veya ‘yazık’ gözüyle bakıyoruz? Biz çok mu bi bok biliyoruz ki yaşam dediğimiz şu fonksiyonun sonrası hakkında? Yoksa sadece korktuğumuz şeye kızmak eylemini mi gerçekleştiriyoruz çaresizce ve hatta bunu inkar bile ediyoruz?

Motora hiç binmemiş bir insan, neden ona motora biniyorum dediğinizde size “Aman dikkat et düşme” der? Hiç uzun süreli düşmemiş bir insan neden uçaktan atlamaya korkar? Paraşütler hakkında çok mu şey biliyodur ki onların açılmama olasılığını bile hesaplar? Sorsan paraşüt mekanizmasını bu insanlardan kaçı açıklayabillir? Size bir şey söylediklerinde, gerçekten sizin için midir bu söyledikleri yoksa kendilerinin mi o konumda olmalarını istemiyorlardır aslında?

Yaşamımızdaki herşey üzerinde genelleme yapabiliyorsak, bunların programlanmamış olma olasılığı nedir? Daha önce hiç duymadığım, görmediğim, benzetmediğim bir şey yaratamıyorsam, ne kadar zekiyim diyebilirim ki? Zeka olsa bile, herhangi bir sınıf altında bulunan bir yapı, yani bizim insanlığımızın dizayn edilmiş mantığına göre, varolan herhangi birşey, varoluşundan önce yaratılmamış mıdır? Sadece bu bile, eğer gerçekliğin var olduğunu kabul ediyorsak, bunu bize verilen mantık yapısıyla çözemeyeceğimizi kanıtlamaz mı?

Derim ki, daha gerçekliği bilmiyoruz, kim olduğumuzu bilmiyoruz, kendi mantığımızı bile sorgulamıyoruz, tümdengelim ve tümevarım kavramları lafta kalıyor ve insanlığı vücud yapımızla bunlari bir poşetin içindeki ekmekle ve hatta kendi yarattığımız bilgisayarlarla eş tutamıyoruz, herşeyi kavrayan BIR Genel Küme düşünmeden yapamıyoruz, bizi yaratanın amacını bilmiyoruz, daha doğrusu amacımızı bilmiyoruz. O zaman sorarım, bu korku nedir? Yaşamdan korkmak bu kadar kolay mı? Bırakın atlayın ucaktan, bırakın binin motora, bırakın alkol için, bırakın yani. Yeter ki ‘ecelden’ ölmeyin. 70 inizde viagra ve ecstacy den kalp krizi gecirin. Ama yaşadığınızı bilin. Her an ölümle yüzleşin, ama asla ona teslim olmayin. Kısacası fonksiyonunuzu kullanın. Mutlu olun, mutlu ölün.

Sevgiler..

Barış İnkaya

Comments (2)

  • Yicitsays:

    26 Nisan 2007 at 13:30

    Bizi yaratanın amacı ne ? Bilmiyoruz. Ama inanıyoruz..
    Amaca değil inanca inanıyoruz, belki de kendimizi böylesi rahat geliyor.
    İşin aslı, amacı sorgulamanın da inanmanın da saçmalığı..
    Evet.. Hayat bizim anlar içinde seçip yaşayabildiğimiz olasılıklar topluluğuymuş meğer..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Press ESC to close