Metaverse Ne Olmamalı?
Mark Zuckerberg’in her geçen gün yaşlanmaya devam eden Facebook platformunu, META olarak yeniden markalaştırması ve Metaverse sürecinin başlangıcı olan o meşhur lansmanı sonrası tüm dünya Metaverse evrenini konuşmaya başladı. Geçtiğimiz son 2-3 ayda bu durum öyle bir hal aldı ki, Sandbox, Decentraland gibi Metaverse evrenlerinde satılan arsalarda toplu konut inşaa etme seviyesine geldik.
Hal böyle olunca akademiden endüstriye bir çok ortamda Metaverse ile ilgili farklı içerikler okumaya başladık. Ancak bu tartışmaların hemen hepsinin, Metaverse platformunu “sosyal medyanın artırılmış gerçeklik ile zenginleştirilmiş yeni ve oyuncaklı bir versiyonu” seviyesine indirgeyecek kadar yüzeysel olduğu kanaatindeyim.
Belki de bu yüzden en önemli olanı anlatabilmek, yani Metaverse’ün ne olduğunu değil de ne olmadığını anlatmaya çalışmak bana daha mantıklı geliyor. Zira biz bu filmi, 2010’ların başında “Sosyal Medya nedir, ne değildir?” tartışırken etüt ettik. Şimdi sıra Metaverse’de…
Peki, ne değildir bu Metaverse?
Öncelikle Metaverse, sadece yarattığımız bir karakter ile oluşturduğumuz bir avatar veya herhangi bir isim seçerek içinde var olabildiğimiz bir sanal evren değildir. Bu ve benzeri bir çok uygulamayı 90’ların sonunda Ultima Online, 2000’lerin başında Second Life ve World of Warcraft gibi oyunlarda deneyimledik.
Evet, Metaverse geçmişin ruhundan beslenecek, ancak onu “sanal gerçeklik” diye betimlemeye kalkarsak, sahip olduğu potansiyele haksızlık etmiş oluruz. Çünkü Metaverse bize “sanal bir gerçeklik” değil “alternatif bir gerçeklik” vaad ediyor. Hatta daha cüretkar bir deyişle, onu paralel evrenin ta kendisi olarak de nitelendirebiliriz.
Bu parallel evren Web 1.0’dan itibaren hayatımızda olan MMORPG türündeki Oyunlar‘ın oluşturduğu birlikte yaşam kültüründen beslenecek. Web 2.0 ile hayatımıza giren sosyal ağların oluşturduğu gündelik alışkanlıkların hepsini bünyesinde barındırabilecek. Web 3.0’a adım attığımız bu günlerde blokzincir teknolojisi gibi kontrolün tamamen birbirinden farklı kitlelerde olduğu, merkeziyetsiz alt yapılar ile de kendi düzenini sürdürülebilir kılacak.
Peki ne zaman diye soracak olursanız, evet, biraz daha zamanı var. Zira, bugün en büyük engel kullanıcı deneyiminin (ara yüz) ve penetrasyonun (cihazlar ve işlemci kapasitesi) kısıtlı olması. Ancak Metaverse sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik, giyilebilir teknolojiler ve mikro sensörler (Nesnelerin İnterneti) sayesinde bir kaç yıl içerisinde hızla gelişecek. Eş zamanlı olarak gerek 5G gerek donanım teknolojisindeki yeniliklerle birlikte de kullanıcı deneyimi istenilen noktaya gelecek.
O yüzden şunu kabul etmeliyiz ki henüz yolun çok başındayız. Metaverse’e en büyük kötülüğü de onu “fiziksel ve dijital dünyanın birleşimi” olarak algılayıp, bu kadar sığ bir noktaya indirgeyecek projelere bütçe akıtarak ve bu algıyı kitleselleştirerek yapmaktayız.
“Başka Bir Dünya” gerçekten mümkün mü?
Aslına bakarsanız, Internet’in ilk zamanlarından beri bunu tartışıyoruz ve treni bir kaç kere kaçırdık. Web 1.0 sonrası kurumların tekelindeki internetten kurtulup, sosyal ağlar ile kullanıcının güçlendiği Web 2.0 evresine ulaştık. Bir anda kendimizi ifade özgürlüğünün, kolektivizmin ve iş birliğinin öncül olduğu bir kamusal alanda sandık.
Ancak sonradan anladık ki, hepimiz belli başlı şirketlerin içerik üzerinde mutlak kontrol sağladığı bir dijital fanusun içine hapsolmuşuz ve güç bizde olmaktan çok ötede bir yerde, sosyal ağların sunucularında duruyormuş.
Bugün ise Web 3.0 ve blokzincir teknolojisi, yani merkezi olmayan ve güvenilir işlem ağı bizlere yeni bir kapı aralıyor. Kriptoparalar ve NFT bunun en somut örneği. Artık sıra merkezi olmayan eğitime, endüstriye, hukuğa ve belki de ulussuz, sınırsız kimliklere geliyor. İşte Metaverse tam olarak bu teknolojik ve sosyolojik altyapının somuta en yakın tezahürü olacak. Bu nedenle evet.
Başka bir dünya -şimdilik- mümkün.
Medicat, Şubat 2022
Bir yanıt yazın