“Babam ve Oğlum”

Doğum Tarihi : 12.09.80Ben bu filmde 12 Eylül’ün, dünyadan, Türkiye’den yalıtılmış bir çiftlikte yaşayan bir 10 kişiyi bile nasıl etkilediğini anlatmak istedimHenüz Şemdinli kanarken, bir yanda Orhan Pamuk ve 301. madde, öbür yanda ise taşlı sopalı “spor” kavgaları sürüp giderken, son zamanlarda otobüste yada vapurda sıkça kulak misafiri olduğumuz bambaşka bir sohbet dikkat çekmekte. Bu sohbetin konusu şüphesiz ki “Babam ve Oğlum” filmi. Gösterime girdiği ilk hafta 35 bin seyirciye ulaşmış, bugünlerde ise milyonu devirmiş ve hiç reklamı yapılmadığı halde hasılatın bir çığ misali büyüdüğü bu filmin sırrı sizce ne ?

Son yıllarda televizyonda izlemeye alıştığımız şehir, şöhret, güç, köy, yoksulluk ve gurur gibi basit çatışmalar üzerine kurulu fakat bizi duygusal anlamda tatmin etmekten mahrum, göz boyayan onlarca diziden sonra –ki ben buna Çağan Irmak’ın Asmalı Konak’ını da dahil ediyorum- Babam ve Oğlum filmi, daha önceden seyircinin hazır olmadığı bir noktaya atış yapıyor. Kısaca bize 40 yıldır sunulan Türk Filmlerinin çizgisinin dışındaki bir noktaya işaret ediyor. Aslında başarının yadırganamayacağını anlamak için öyle sinema eleştirmenliği maskesi altında analizlere başvurmanın gereği filan yok. Ben kendi adıma bu filmin yakaladığı başarıyı, toplumun Cumhuriyet tarihinin son 25 yılından aldığı rövanş olarak nitelendiriyorum. Uzundur dökemediğimiz gözyaşının, insanlar arasında gururla söylenebildiğini görmek de bence bunun en güzel kanıtı.

Sinemada ben de ağladım, açıkçası böyle bir filmde ağlamamak için insan olmamak gerekli. Kaldı ki filmin ilk dakikası içersinde, darbe’nin sabahında annenin çaresiz bir şekilde hayatını kaybetmesi zaten insanlara film ile ilgili altyapıyı hissettiriyor. Ahım şahım bir ojinalliği olmasa da dram o kadar güzel işlenmiş ki seyirci ile tatlı bir oyun oynanıyor. Buna iyi canlandırılan karakterler de eklenince ağlamak filmin bir parçası oluveriyor. Ama bu filmin vurgusu asla ve asla göz yaşı değildir, vurgu damlanın düştüğü yerdedir ! Filmi izlerken en çok merak ettiğim şeylerden birisi de buydu. Çevremdeki insanlar gerçekten de 12 Eylül’e mi ağlıyordu acaba? Bütün bu göz yaşları ne için… Sadece olayın hüznü mü insanları yasa boğuyor ? Kaç kişi gözyaşına isyanı yüklüyor Ya da kaç kişi kaybettikleri adına gözyaşı döküyor olabilirdi… Peki ya 1980 sonrası gençliğe ağlayanların sayısı kaçtı acaba ? Hemen hemen her sahnede, bu soruları kendime sorarken fark ettim ki, kim ne amaçla ağlarsa ağlasın, Çağan Irmak istediğini çoktan elde etmişti zaten. Üstelik kendisi de filmin bu kadar tutacağını tahmin etmiyormuş.. Belki de insanların 25 yıldır bilinçaltına ittiği ve yüzleşmekten kaçtığı bazı gerçeklerin sinema aracılığı ile gün yüzüne vurmasından kaynaklanan bir başarı bu.

Filmi izlemeden önce kafamda 12 Eylül’ü daha yoğun anlatan bir film izleyeceğim kanısı vardı, ama kesinlikle 12 Eylül’ü geçiş olarak kullanan bir film izlediğimi söyleyebilirim. İşin tek iyi tarafı ise bu geçişin duygu yükü ile bağlanmış olması. Bu sayede 12 Eylül’ü tam da göbeğinden yaşamamış insanlar, o dönem için “rutin” sayılacak bir uygulama sonucu ortaya çıkan acının boyutları hakkında en azından fikir sahibi olabilirler. Kaldı ki bu noktada Türkiye’de asla gerçek anlamda bir 12 Eylül filmi yapılamayacağını unutmamak lazım ! Bu yüzden eldeki imkanlarla yapılabilecek en iyi iş ortaya çıkartılmıştır demek zorundayız.

Filme yönelik olumsuz eleştirilerden en kuvvetli olanları da işte bunu göz ardı edenlerden gelmektedir. Örneğin; 12 Eylül’ü öncesi, esnası ve sonrası ile yaşamış, haksızlıklar ve tarifsiz acılar ile baş başa bırakılmış o kuşak, bazı deneyimleri yaşamadan, bazı zorluklara maruz bırakılmadan 12 Eylül ile ilgili bir filmin yapılamayacağına dikkat çekmekte. Bunda son derece haklılar da. Belki de bu yüzden Çağan Irmak bize tüm hikayeyi bir çocuk gözünden sunmayı tercih ediyor, çünkü bu ülkede 12 Eylül’ü tam anlamıyla aktarabilecek bir yetişkinin bulunmadığını o da biliyor, evet o dönemi yaşayan kuşak çok yaralı, bu yüzden aynı acılarla yüzleşmek, çemberin içinden dışarı çıkmak imkansız olacaktır. İşte bu yüzden Çağan Irmak kendi çocukluğunun izlerini taşıyan “Deniz”in gözünden bu hikayeyi anlatmayı tercih etmiştir. Çünkü O’na göre 12 Eylül’ü anlatmak o dönemin çocuklarının görevidir…

Yiğit Kalafatoğlu


 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Press ESC to close